Ölüm, insan ömrünün tamamlandığı, yaşamın son bulduğu ve birbirinden farklı kültürlerde yaşamın önemli bir olayı olarak değerlendirilse de, doğrudan yaşanılamayan, gerçekleştiğinde de var olmayacağımız aynı zamanda bir başkasına aktarılamayan belirsizlikleri içinde taşıyan bir durumdur . Diğer bir yandan da belirsizlikle dolu insan yaşamında bir gün ölüneceği bilgisi ise yaşamın en belirli olan durumudur.
İnsan yaşamında her yaş döneminde ölümün algılanışı farklıdır. Yaşlı bireylerin ölüme daha yakın olduğu düşünüldüğünden, yaşlı kişinin ölümü olağan karşılanırken; büyüme çağındaki çocuğun ölümü vakitsiz geldiği yorumlanır, daha büyük duygusal tepkiyle karşılanır. Toplumda “sıralı ölüm” denilen bir kavram da bulunmaktadır.
Çocukların ölüm kavramını ne zaman anladıklarına dair farklı sonuçlara ulaşılsa da, literatüre bakıldığında bu yaşın Piaget’in dillendirdiğinde daha erken bir yaşta olduğu, çocukların yetişkinler gibi anlamlandırmasalar da bir şekilde ölüm kavramının zihinlerinde yer bulduğu açıktır.
Kişinin kendi yaşantılarına dayanan bireysel bir anlamı olduğu gibi ölümün insan toplulukları tarafından atfedilen ortak bir anlamı da vardır.
İnsanlığın ilk metinlerinden biri olan Sümerlerin Uruk kenti hükümdarı Gılgamış’ın destanından, milattan önce sekizinci asırda yaşamış Mısır hükümdarı Şabaka’nın anısına hazırlanmış Şabaka Taşı’ındaki yaratılış mitosuna; Homeros’un İlyada Destanından, Zerdüşt dininin kutsal kitabı Avesta’ya; Asya dinleri Budizm ve Taoizm’den Upanişad’lara, İsrailoğullarının kutsal kitabı Tanakh’tan Hristiyanların Yeni Ahit’ine ve Müslümanların kutsal kitabı Kuran-ı Kerim’e kadar birçok metinde ölüm konusu ve ölüm sonrası ele alınmıştır. İnançların ve destanların yanında düşünce dünyasında da birçok düşünür ölüm konusunu ya doğrudan ya da dolaylı olarak işlemiştir. Parmenides, Herakleitos, Empedokles, Sokrates, Platon, Aristoteles, Epikuros, Lucretius, Seneca, Cicero, Marcus Aurelius, Plutarkos, Epiktetos, Augustinus, Kindi, Farabi, İbn_i Sina, Yunus Emre, Martin Luther, Giordano Bruno, Descartes, Spinoza, Pascal, Montaigne, Jean-Jacques Rousseau, Ludwig Feuerbach, David Hume, Kant, Hegel, Kierkegaard, Schopenhauer, Nietzche, Heidegger, Sartre, Levinas ve adını sayamadığımız düşünce tarihinin bir çok önemli isimleri ölüm olgusunun farklı yönlerine ışık tutmaya çalışsalar da ölüm, içinde barındırdığı büyük belirsizlikten dolayı insanın üzerine kafa yorduğu çözülememiş ve gizemini korumaya devam etmektedir.
Tarihsel süreç içinde toplumların ve düşünürlerin ölüm olayını ele alışı birçok ortaklıkları ve farklılıkları içinde barındırmaktadır. Bu ortaklıkları ve farklılıkları betimlemek sayfalar sürebilir ve başka bir çalışmanın, belki de bir felsefe çalışmasının konusu olabilir ki bu konuda Türkçe’ye kazandırılmış son zamanlarda hazırlanmış düşünürlerden doğrudan alıntıların da olduğu derleme çalışmaları bulunmaktadır .
Ana hatlarıyla zamanın ruhuna göre antikçağa baktığımızda ölüm olağan bir durum olarak ele alınırken, Ortaçağda ölümün kutsal yönü ön plana çıkmıştır. Modern çağın başlarında ölüm olayının acı bir olay olarak dramatik yanı ön plana çıkmıştır, günümüzde bir tabu olarak durmaktadır.
Ölümün yorumu, zamana ve toplumlara göre değişiklik göstermekle beraber inançların ve dinlerin ölüm fenomenine dair yorumlarının bu farklılıkları ve ortaklıkları açıklamakta önemli bir yeri vardır. Her inanışın yaşama olduğu gibi ölüme de farklı yaklaşımları vardır. Bu yaklaşımlar aynı din içinde bile farklılıklar göstermesine rağmen ana hatlarıyla tanımlanacak olursa Yahudilikte ölüm ağır bir ceza ve dehşet verici bir gerçek; Hristiyanlıkta ölüm sadece beden için varolan bir durumdur, ruhun ölümü söz konusu değildir. İslamiyette ise ölüm ruhun fani olan dünyadan ve onun bir görüngüsü olan bedenden ayrılarak Allah’ın huzuruna ulaşılması olarak değerlendirilmektedir .
Öyle ki dinin bu yorumları bilimsel yorumları da derinden etkilemiştir. Descartes’in günümüz bakış açılarını da etkileyen dualitesinde dinlerin ölüm ve ölümden sonra devam eden yaşam üzerine yorumlarının etkisi yadsınamaz. Descartesle beraber insan, iki ayrı heterojen varlık alanına bölünmüş, ruh ve beden olarak incelemeye tabi tutulmuştur.
Bireyin kişiliğine, yaşına, dinine, kültürel konumuna göre değişen birbirinden farklı kültürlerde, toplumlarda ve yaklaşımlarda ölüm tanımlamaları yapılmış olsa da, ortak olan nokta ölüm tümel olduğudur yani bütün insanlar için geçerlidir, aynı zamanda tikeldir her bir birey için geçerlidir, zorunludur ve telafisi mümkün olmayan bir durumdur .
Ersin Baltacı
baltaciersin@gmail.com
Caferağa mah. Mühürdar cad. No 83/1 Moda-Kadıköy
Tel: 0532 682 66 32
Psikethica Kadıköy Moda Psikiyatri Psikoterapi